Ana içeriğe atla

NOBEL ÖDÜLLERİ DİZİSİ-2

 27 Kasım 1895 yılında Alfred Bernhard Nobel üçüncü ve son vasiyetini Paris’te İsveç-Norveç Klubü’nde imzaladı. Ölümünden sonra vasiyeti okunduğunda birçok tartışmaya yol açtı, çünkü Alfred Nobel bir ödül sisteminin kurulması için servetinin büyük bir bölümünü bırakmıştı. Ancak bu isteğinin yerine getirilmesi 1901 yılını buldu ve ilk Nobel ödülleri verildi.

Bir önceki bölümde von Behring ve difteri antitoksininden bahsetmiştik. Bu bölümde öncelikle, Nobel ödüllerinin başladığı tarihe kadar yaşamamış ancak kesinlikle bu ödülü Tıp alanında hakeden birinden bahsetmek istiyorum.

Günümüzde sinema sektörünün girmediği bir alan yok. Hastanelerde geçen ve sağlık çalışanlarını konu alan birçok film ve dizi yapıldı son yıllarda. Bu eserlerde üniformalarıyla gezen sağlık çalışanlarında olmazsa olmaz bir aksesuar göze çarpar. Bu aksesuarın (aslında aksesuar olmayıp, tıp tarihinin en önemli cihazıdır kendisi) steteskop olduğunu herkes anlamıştır. İşte bu cihazı keşfeden kişi René Théophile Hyacinthe Laënnec adında bir doktor ve aynı zamanda bir müzisyendir.

René Théophile Hyacinthe Laënnec
Steteskop bir insan, hayvan veya bir makinenin iç seslerini dinlemek için kullanılan akustik bir cihazdır. Evet sadece insanlarda değil hayvanlarda ve nadiren de olsa otomobil motorlarından gelen sesler için de kullanılabilir. Kelime Yunan kökenli olup sthetos (göğüs) ve skopein (araştırmak) birleşiminden çıkmıştır. René Théophile Hyacinthe Laënnec 1816 yılının Eylül ayında serin bir sabah vakti, Paris'teki Le Louvre Sarayı'nın avlusunda yürürken, iki çocuğun uzun masif bir tahta parçası ve bir iğne kullanarak birbirlerine sinyaller gönderdiğini gözlemledi. Tahtanın bir ucundan iğnenin sürtünme sesi öbür ucundaki çocuğun kulağına güçlenerek ulaşıyordu. Aynı yıl bir süre sonra kalp hastalığı bulguları olan genç bir kadın tarafından çağırılmıştı. Bu kadınla ilgili bir çalışmada yazdıkları steteskopun keşfi hakkında bilgi vermektedir: “…perküsyon şişmanlık nedeniyle pek işe yaramadı. Hastanın yaşı ve cinsiyeti nedeniyle kulakla muayene kabul edilemez bir durumdu. Akustikteki bir gerçeği hatırladım (iki çocuğun tahtadan oyunlarını hatırlamıştı) ... katı cisimler yoluyla iletilen artırılmış sesleri. Bir parça kağıdı bir silindire yuvarladım ve bir ucunu kalbe ve bir ucunu kulağıma dayadım... ve böylece kalbin hareketini daha net algıladım. Bu şekilde kalp, akciğerler ve plevra hastalıklarının yeni bulgularını keşfetme imkanı buldum.”

İlk gerçek steteskop keşfedildikten sonra yıllar içerisinde gelişerek günümüz modern steteskopları ortaya çıkmış oldu. 

Steteskopların gelişim basamakları

René Laënnec; annesi, kardeşi ve bir amcası gibi tüberküloz nedeniyle hayatını 1826 yılında 45 yaşındayken kaybetti.

Üstte ilk keşfedilen altta modern steteskop
Peki steteskopun kullanıldığı fizik muayene denen şeyin tıpta önemi nedir? Basitçe kullanım alanlarına bakarsak kalp, akciğer, karın muayenesinde ve kan basıncı (halk arasında tansiyon) ölçümü için gereklidir. 1963 yılında Dr. Donald Lascelles Crombie yaptığı çalışmada öykü ve fizik muayene ile %88 oranında hastalık tanılarının saptanabildiğini göstermişti. 1980’lerden beri herhangi bir hastalığın tanısını koymak için öykünün ve fizik muayenenin önemini araştıran onlarca çalışma vardır. 1992 yılında David Lawrence Sackett, 1995 yılında Dr. Georges Bordage, 2004 yılında Dr. Ronald J Markert ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalarda da öykü ve fizik muayenenin hastalık tanılarını %80-95 oranında saptadığı gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe ve teknoloji ilerledikçe bu ikisinin yerini teknolojik tetkiklerin almaya başladığı düşünüldü. Hatta günümüzde bu durum insanların internet üzerinden kendi şikayetlerini araştırıp kendilerine bazı hastalıkları benzetmelerine yol açacak kadar ilerledi. Uzaktan şikayetlerle danışılan cep telefonu uygulamaları bile yapıldı. Bazı doktorlar da artık öykü ve fizik muayeneyi önemsemiyor. Ne yazık ki gerçekler düşünülenden çok farklı. 2107 yılında Dr. Andrew Elder fizik muayenenin önemi ile ilgili bir çalışma yaptı. Bu çalışmada hala fizik muayenenin ne kadar önemli olduğu ve uygun yapılmadığı için gereksiz tetkikler yapıldığı gösterildi. Yine aynı çalışmada, sık kullanılan ve faydalı olan fizik muayene çeşitlerinin yarısından fazlasının steteskopla yapılan muayeneler olduğu görüldü.

René Laënnec steteskopu keşfedeli 200 yılı geçmesine rağmen hala doktorların vazgeçilmez bir aracıdır. Ayrıca steteskop tıpta kullanılan ilk non-invaziv tanı yöntemidir (non-invaziv: girişimsel olmayan yöntem). Bu nedenle kesinlikle Nobel ödülünü haketmişti.

1917 yılına ait reklam
Şimdi bir diğer keşiften bahsetmek istiyorum. Dünyada en çok bilinen, bulunduğu tarihten beri önemini hiç kaybetmemiş ve hatta zaman geçtikçe daha fazla faydaları olduğu saptanmış bir ilaç: ASPİRİN. Elbette bu bilinen ticari ismi olup etken maddesi asetil salisilik asit. Bu ilacın da tarihi oldukça ilginç olmakla birlikte günümüzde bile insanlık için önemi büyük. Hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 yılındaki hayati ilaçlar listesinde de hala bulunmakta.

İlacın hammaddesi söğüt ağacında bulunan salisilindir. Söğüt ağacının da latince ismi salix’tir. Romatizmal hastalıklarda söğüt yaprağı kullanımı ilk olarak Sümerler tarafından farkedilmişti. Yine M.Ö. 1534 yılına ait Ebers Papirusu’nda ağrı ve inflamasyon durumlarında söğüt ve mersin ağacı kullanımı yazmaktadır. Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat da inflamatuar ağrı ve ateş yüksekliği durumlarında söğüt ağacı kabuğunun faydalı olduğunu yazmıştır. Yüzyıllarca birçok yerde ve medeniyette söğüt ağacı kullanılmaya devam edildi. 1829 yılına gelindiğinde Fransız kimyager Charles Henri Leroux mucize ilaç salisilik asiti (proto-aspirin) izole etmeyi başardı. Charles Frederic Gerhardt ise asetil grubu ekleyerek gerçek aspirini bulan kişi olmuştur. Aspirin adının ilk harfi Asetil’den gelirken -spir- kısmı Spirsaure’den (salisilik asit) gelmektedir. Sondaki -in eki de ilacın kolay hatırlanır olması için eklenmiştir. İlk kez 1904 yılında tablet halinde satışa sunulmuştur.

Aspirinin tarihi

Ticarileştikten sonra aspirin kullanımı hızla tüm dünyaya yayıldı ve edebi eserlerinde Franz Kafka, Thomas Mann, Henry Miller, José Ortega y Gasset ve Gabriel Garcìa Marquez gibi birçok yazar tarafından anılacak kadar ünlendi. Kısa süre sonra Çar II. Nicholas'ın oğlundan (hemofili hastası olduğu için uygunsuz bir şekilde) Winston Churchill'e (ilk felcinden sonra) kadar ünlü şahsiyetler tarafından da kullanıldı.

Aspirin ile ilgili "Cinema,Aspirins and Vultures" adında 2005 yılı Brezilya yapımı, Akademi ödüllerinde ödül almış bir de film vardır. Yönetmeni Marcelo Gomez olan filmde 1942 yılında aspirin satmak için Brezilya'ya giden bir adamın öyküsü anlatılmaktadır.

Aspirinin kullanıldığı bazı durumları yazarsak önemi daha da iyi anlaşılacaktır:

  • Angina pectoris (tedavi ve koruyuculuk)
  • Ankilozan spondilit
  • Kardiyovasküler hastalık riskini azaltma
  • Kolorektal kanser
  • Ateş yüksekliği
  • İskemik inme (tedavi ve koruyuculuk)
  • Miyokardiyal enfarkt (tedavi ve koruyuculuk)
  • Osteoartrit
  • Ağrı
  • Revaskülarizasyon işlemi sonrası koruyuculuk
  • Romatoid artrit
  • Sistemik lupus eritematozis

Sonuçta bir diğer Nobel ödülü hakeden kişi gerçek aspirini bulan Charles Frederic Gerhardt’tır.

2008 yılında Thomas Weiser ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada her yıl dünya çapında 234,2 milyon cerrahi işlemin yapıldığı saptanmıştır ki günümüzde daha da arttığı düşünülmektedir. 2019 yılında yapılan bir başka çalışmada cerrahi işlemler sonrası kısa dönem (30 gün içerisinde) enfeksiyon oranı %3,6 iken uzun dönem (30 günden daha sonra) enfeksiyon oranı %6,6 saptanmıştır. Tüm bu verileri neden yazdım dersiniz? Elbette Nobel ödülü alamamış ama hak etmiş başka birinden bahsetmek için. Çünkü onun keşfi kimsenin fazla ilgisini çekmemiş olsa da ne kadar etkili olduğunu yukardaki oranlardan anlayacaksınız.


Joseph Lister hastasını antiseptik sprey ile işleme hazırlıyor
1867 yılında Joseph Lister “Cerrahi Uygulamanın Antiseptik Prensibi” adında bir çalışma yayınladı. Çalışmada cerrahi işlem öncesi işlemin yapılacağı yere fenol adında temizleme spreyi sıkarak cerrahi sonrası enfeksiyonları ve ölümleri engellemeyi başarmıştı. O yıllara kadar cerrahi işlem sonrası enfeksiyon nedeniyle ölüm oranları %60 civarındaydı. Şimdi yazının başındaki sayılara dönerek her yıl kaç insanın hayatını kurtardığını daha iyi anlayabilirsiniz.

Cerrahi Uygulamanın Antiseptik Prensibi
Bu keşfi ile Joseph Lister modern cerrahinin babası ünvanı kazanmıştır ve kesinlikle Nobel ödülünü haketmiştir.

Axel Hermansen Cappelen adındaki Norveçli bir cerrah da 1895 yılında ilk gerçek kalp cerrahi işlemini gerçekleştirmiştir. İşlemin yapıldığı hasta 3 gün sonra enfeksiyon nedeniyle kaybedilse de bu olay modern açık kalp cerrahisi için bir dönüm noktası sayılır. 1896 yılında ise dünyada ilk kez kalp üzerine direk dikiş atılarak başarılı bir kalp cerrahisi Ludwig Rehn tarafından geçekleştirildi. 1907 yılına kadar 124 benzer işlemde %60 ölüm oranı sundu. Biraz yüksek olduğunu düşünebilirsiniz ancak o zamana kadar bu işlemin %90’dan fazla ölüm oranı vardı ve bu nedenle ölümcül sayılarak uygulanması düşünülmeyen bir işlemdi.

Ludwig Rehn
Peki kalp cerrahisi bu kadar önemli mi? Bu konuda Dominique Vervoort ve arkadaşlarının 2019 yılında yaptığı çalışma oldukça çarpıcı! Çalışmada düşük ve orta gelirli ülkelerde nüfusun %93’ünün kalp cerrahisi imkânı olan yere erişiminin olmadığı ve bu nedenle yaklaşık 2,5 milyon insanın ihtiyacı olmasına rağmen tedavi edilemediği gösterilmiştir. Günümüzde bile kalp cerrahisinin yeterli düzeye gelmediğinin göstergesidir. Bu yüzden Axel Cappelen veya Ludwig Rehn Nobel ödülü alamasalar da kesinlikle adaylardan olurlardı.


Ludwig Rehn'in 1896 yılındaki ilk başarılı kalp cerrahisini sunduğu çalışma
Bu bölüm biraz uzun oldu. Umarım sıkılmadan okursunuz. Gelecek bölümde tıp alanı dışında Nobel ödülü almış ancak tıpta da çok büyük faydaları olmuş kişilerden bahsedeceğiz. Görüşmek dileğiyle.

Not: Siz de yorumlarınızla her konuda katkıda bulunabilirsiniz. Konuyla ilgili haber, film, katkı veya yorumlarınızı bekliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NOBEL ÖDÜLLERİ DİZİSİ-1

Emil Adolf von Behring Emil Adolf von Behring, 1901 yılında özellikle difteriye karşı geliştirdiği serum tedavisi nedeniyle Tıp dalında Nobel ödülü kazandı. Çalışmaları o dönemde gerçekten insanlığa ne katmıştı? Günümüzde ne kadar geçerliliği devam etmekte? Günümüzde çok büyük bir sorun olmadığı düşünülen difteri o tarihlerde en korkulan enfeksiyöz hastalıktı. İlk olarak 5. yüzyılda Hipokrat tarafından tanımlanmış, 6. Yüzyılda Aetius tarafından salgın hastalık olduğu anlaşılmıştır. İlk kez Theodor Albrecht Edwin Klebs tarafından etken bakteri (Corynebacterium diphtheria) gösterilmiştir. 1817 yılında Pierre Bretonneau tarafından “Difteri” adı verilmiştir. Yunan kökenli bir kelime olup deri ve post anlamları vardır. Bu adın verilme sebebi ise boğazda oluşturduğu beyaz bir tabakadır.  Bu hastalığın tanımlanması ve saptanmasında birçok kişinin rolü olmasına rağmen neden Nobel ödülünü Emil von Behring almıştı? Bunun sebebi hastalığın oldukça ölümcül seyretmesiydi. Ölümcül etkileri b...

DOĞA VE CANLILAR DİZİSİ-1

  Ağaçsakal “Gelecek hakkında endişelenmeyi sevmiyorum. Kimsenin tarafında değilim çünkü hiç kimse benim tarafımda değil. Ormanları benim onlarla ilgilendiğim gibi kimse umursamıyor, bugünlerde Elfler bile.” diyen Ağaçsakal onlarca ağacın kesilerek yakılmış olduğunu gördüğünde bütün Entleri savaşa götürmeye karar verir. Yüzüklerin Efendisi kitabında ve filminde o unutulmaz sözü ve unutulmaz sahne ortaya çıkar. “Gelin dostlarım. Entler savaşa gidiyor. Muhtemelen kendi sonumuza gidiyoruz. Entlerin son yürüyüşü.” Ağaçsakal kendi sonları olduğunu düşünse de ormanın katledilişine dayanamaz. Yüzüklerin Efendisi’nde geçen Fangorn Ormanı’nın. Keşke bu hikaye gerçek olsaydı (Ağaçsakalın ayrıntılı hikayesini merak edenler buradan izleyebilirler). İnsanlık için hoş olmayacak bile olsa doğa kendi kendini savunmak için ayaklansaydı keşke. Doğa ve canlıların, insanlar için ne kadar önemli olduğunu belki de o zaman anlardık. Doğa ve canlılar dizisine bu nedenle başlıyorum.  Bu bölümde...