Ağaçsakal
“Gelecek hakkında endişelenmeyi
sevmiyorum. Kimsenin tarafında değilim çünkü hiç kimse benim tarafımda değil.
Ormanları benim onlarla ilgilendiğim gibi kimse umursamıyor, bugünlerde Elfler
bile.” diyen Ağaçsakal onlarca ağacın kesilerek yakılmış olduğunu gördüğünde
bütün Entleri savaşa götürmeye karar verir. Yüzüklerin Efendisi kitabında ve
filminde o unutulmaz sözü ve unutulmaz sahne ortaya çıkar.
“Gelin dostlarım. Entler savaşa
gidiyor. Muhtemelen kendi sonumuza gidiyoruz. Entlerin son yürüyüşü.”
Ağaçsakal kendi sonları olduğunu
düşünse de ormanın katledilişine dayanamaz. Yüzüklerin Efendisi’nde geçen
Fangorn Ormanı’nın.
Keşke bu hikaye gerçek olsaydı (Ağaçsakalın ayrıntılı hikayesini merak edenler buradan izleyebilirler). İnsanlık için hoş olmayacak bile olsa doğa kendi kendini savunmak için ayaklansaydı keşke. Doğa ve canlıların, insanlar için ne kadar önemli olduğunu belki de o zaman anlardık. Doğa ve canlılar dizisine bu nedenle başlıyorum. Bu bölümde bazı canlıların insanlar için önemini ve faydalarını anlatacağım. Tabii ki başlangıcı insanların en iyi dostlarından olan köpeklerle yapalım.
Öncelikle köpeklerin bazı önemli özelliklerini anlatmak gerekiyor. İnsanların beyninde geniş bir görsel
korteks (beyin alanı) hakimken, köpeklerin beynine geniş bir koku korteksi
hakimdir. Köpekler, insanlardan yaklaşık kırk kat daha fazla kokuya duyarlı
reseptöre (alıcı) sahiptir; bu alıcıların sayısı yaklaşık 125 ila 300 milyona
kadar değişir. Bu şekilde insanlardan 40 kat daha duyarlı koku yeteneğine
sahiptirler. Bu alıcılar, yaklaşık bir cep mendili büyüklüğünde bir alana
yayılmıştır (insanlarda ise bir posta pulu büyüklüğünde bir alanda 5 milyon
kadar bulunmaktadır). Köpeklerin koku alma duyusu, öncelikle sosyal
etkileşimler için kullanılan vomeronazal denilen organın kullanımını da içerir.
Ayrıca köpeklerin, kokunun nerede olduğunu belirlemesine yardımcı olan
hareketli burun delikleri vardır.
Peki bu koku alma kabiliyetinin
yüksek olması köpeklere nasıl bir avantaj veriyor. Bu avantajın insanlığa
katkısı ne olabilir ki? Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar gerçekten oldukça
şaşırtıcıdır.
Mesela İtalya’da yapılan bir
çalışmada köpeklerin akciğer kanserini saptamak için eğitilebilecekleri ve başarılı
şekilde kanseri saptayabildikleri gösterilmiştir. Köpekler etkili koku alma
yetenekleri ile uçucu organik bileşikleri algılayarak akciğer kanserini
saptayabilmişler. Bu bileşiklerin karışımı, insanlardaki 'koku-parmak izi'
olarak kabul edilir. Uçucu organik bileşikler 400 Da'dan daha az moleküler
kütleye sahip koku veren moleküller olup alkoller, aldehitler, amidler,
aminler, karboksilik asitler, esterler, eterler, halojenürler, heterosiklik
bileşikler, hidrokarbonlar, ketonlar, nitriller, sülfürler, terpenoidler ve
tiyoller dahil olmak üzere çeşitli kimyasal sınıflardan oluşur. Bu bileşikler
hasta insanlarda değişim gösterir ve bu değişimi anlamaları için eğitilen
köpekler de akciğer kanserini ayırt ederler. İtalya’da yapılan bu çalışmada
köpekler insanların idrarını koklayarak kanseri saptamaya çalışmışlardı. Başka
bir çalışma da Fransa’da meme kanseri için yapılmıştı.
Fransa’da yapılan çalışmada
insanların ciltlerinden salınan maddelerin kokusunu algılayan köpekler %90
oranında meme kanserini ayırt edebilmişlerdi. Meme kanserinin dünyada
kadınlarda görülen en sık kanser olduğunu unutmamak gerekir ve köpeklerin bu
durumu ayırt edebilmesi bu hastalığın erken ve basit şekilde tanınması için
büyük önem taşımaktadır.
Sindirim sisteminde ortaya çıkan
kanserlerin saptanmasında insanların idrarı kullanılarak yapılan ve yumurtalık
kanseri için kan örnekleri kullanılarak yapılan köpeklerin bu kanserleri ayırt
edebildiğini gösteren çalışmalar da mevcuttur. Malign melanom denilen cilt
kanseri için de köpeklerin doğru şekilde tanı koyabildikleri görüldü. Yine
idrar örneği koklatılarak köpeklerle yapılan bir çalışmada prostat kanserinin
%98-100 oranında doğru şekilde saptandığı görüldü.
2018 yılında şeker hastaları ile
yapılan bir çalışmada ise köpeklerin hem kan şekeri yüksekliğinde hem
düşüklüğünde anormallik olduğunu fark ettiği gözlenmişti. Köpekler, epilepsi
hastalarında da nöbet olacağını önceden sezebilmektedirler. Elbette günümüzde
Covid-19 salgını varken köpeklerin bu konuda denenmemesi mümkün
değildi. Sonuç şaşırtıcı şekilde iyiydi. %85’in üzerinde hastalık tespit edilmişti.
Çalışmalarda gösterildiği gibi köpek dostlarımızın hiç tahmin edemeyeceğimiz faydaları mevcut. Bu kadar teorik bilginin dışında başka açılardan da köpeklerin hayatımızdaki yerinden bahsetmek gerekir.
Asterix, Obelix and Dogmatix |
Bu ünlü seri ilk olarak Fransa’da 10 Ocak 1929 yılında ortaya çıkmış olup o tarihten itibaren hep bu köpek Tintin’e eşlik etmiştir. Asterix ve Obelix karakterlerini hatırlayanlar varsa köpekleri Dogmatix’i de bilirler (resim). O iri yarı Obelix karakterinin sevimli küçük köpeği idi. Fransa-Belçika ortak bir komedi dergi olan Pilote’de 29 Ekim 1959 yılında ortaya çıkan bu seri günümüzde hala sinema filmleri çekilecek kadar sevilen bir seri oldu.
Tintin and Snowy |
Elbette Tolkien’in yarattığı Huan’dan da bahsetmek gerekir. Oluşturduğu Dünya’da kutsal bir gücü bir köpek olan Huan’a vermiştir. Kötülerin kalesini koruyan Carcharoth denilen kurdu öldürmeyi başarabilecek tek canlıdır Huan. Beren ile Luthien adlı karakterlerin önemli anlarında yoldaşı olmuştur.
Bir de John Wick adlı sinema filminin unutulmaz bir sahnesinde Keanu Reeves köpeğine “Sen iyi bir köpeksin” diyor. İlk olarak 1943 yılında ortaya çıkan Lassie filmini de unutmamak gerekir. Lassie’nin toplamda 10’dan fazla filmi çekilmiş ve toplamda 35 milyon dolara yakın bir gelir sağlamıştı bu ünlü köpek.
Bir de 1929 yılında Akademi
Ödülleri’nde en iyi aktör ödülü almış bir köpekten bahsedeyim. Bu köpeğin
hikayesi oldukça ilginçtir. I. Dünya Savaşı’nda batı cephesinde savaşan ABD’ne
bağlı 135. Hava filosu tarafından 1918 yılında Fransa’nın bir kasabasında
yavruyken kurtarılmıştı. Daha sonra ABD’ne götürülen bu köpek 1922 yılında ilk
kez “The Man from Hell’s River” filminde oyunculuk deneyimini gerçekleştirdi.
1923 yılında ise başrol oyuncusu olarak oynadı. 30’a yakın filmde rol alarak
tarihe adını yazdıran bu köpek 1932 yılında hayatını kaybetti. Ancak herkese
bir köpeğin ne kadar zeki ve insan gibi olabileceğini o yıllarda kanıtlamıştı.
Bu köpeğin adı Rin Tin Tin’di.
Rin Tin Tin |
1990 yılında yayınlanan Ölüm Kapısı Serisi’nin ilk kitabından bir alıntı yaparak yazıya son vermek istiyorum. Bu kitabın ana karakteri Haplo’nun yanından ayrılmayan isimsiz bir köpekle tanışmasını anlatıyor. Seri boyunca ne kadar sadık bir dost olduğunu gösteriyor bu köpek (hem de acımasız bir yanı olan Haplo’ya karşı bile).
“Sen bir korkaksın,” dedi Haplo
kendi kendine. “Bu aptal hayvan yaşamak için mücadele verecek cesarete sahip,
ama sen pes ediyorsun. Üstelik, borçlu ölüyorsun. Ruhun borçlu iken öl bakalım,
çünkü, beğensen de beğenmesen de, köpek hayatını kurtardı.”
Haplo’nun sağ elini uzatıp, hiçbir
yaşam belirtisi olmayan sol elini kavramasına sebep olan içindeki sevecen duygular
değildi. Onu dürten utanç ve gurur duygularıydı.
“Gel buraya!” diye emretti köpeğe.
Ayağa kalkamayacak kadar zayıf olan
köpek, ardındakandan bir çizgi bırakarak karnının üzerinde süründü.
Dişlerini sıkan ve acıyla haykıran
Haplo, elinin arkasındaki deseni köpeğin yırtık böğrüne bastırdı. Elini orada
bırakarak sağ elini köpeğin başına koydu. İyileştirici çember tamamlanmıştı;
Haplo’nun giderek kararan gözleri, köpeğin yarasının kapandığını gördü…
Elbette hiç kimse köpekleri sevmek zorunda değil ama herkes onlara ve doğadaki varlıklarına saygı duymak zorunda. hele de insanlık için bu kadar faydalı ve böyle sadık dostlar oldukları için bu saygıyı sonuna kadar hakediyorlar.
Yorumlar
Yorum Gönder