Ana içeriğe atla

DOĞA VE CANLILAR DİZİSİ - 3

Dizinin bu bölümünde kedi ve köpek gibi evcil hayvanlardan değil de çeşit çeşit hayvanlardan bahsedeceğiz. Büyük ya da küçük, kendi halinde zararsızca yaşayanlarından ölümcül olanına kadar değişen, çok bilinen veya çok duyulmamış olanlardan. Bu yazının amacı hayvanları tanımak değil elbette. Bu hayvanların insanlar için önemini anlatmak asıl amacım. Yazıya başlarken önemli ama popüler olamamış bir bilim insanı ile giriş yapmak istiyorum.

Werner Bergmann
Paul Scheuer; 1950 yılında Manoa’daki Hawaii Üniversitesi’ne giren ve Nazi Almanya’sından bir mülteci olan, deniz biyoloji araştırma öncülerinden bir organik kimyagerdi. Paul şaşırtıcı bir dizi organizmayı (özellikle de yumuşak, sapsız yaratıkları) toplamaya, tanımlamaya ve incelemeye başladı. Paul Scheuer ve bazılarının ilgisini çeken şey, bu tür yaratıkların yırtıcılara karşı belirgin bir savunma mekanizmasına (dişleri, pençeleri, kaçışı sağlayacak paletleri ve hatta sert bir derisi) sahip olmamasına rağmen, hayatlarını sürdürerek büyümeleriydi. Scheuer ve diğerleri, organizmaların insanlar için yararlı olabilecek güçlü kimyasal savunmalara sahip olduğunu düşündüler, bu yüzden çeşitli bileşikler aramaya başladılar. Örnekleri öğütmek ve çeşitli çözücüler ile çözdürmek yoluyla elde ettikleri bileşikleri çeşitli özellikler için test ettiler. Bu özellikler ise bakterileri öldürebilme yeteneği, sinir hücreleriyle reaksiyona girme veya malign (kötü huylu) kanser hücrelerine saldırabilme gibi tıpta büyük değişimler sağlayacak özelliklerdi. Yıllar sonra 1994 yılında Amerikan Kimya Derneği'nin Ernest Günther Ödülü'nü ve Amerikan Farmakognozi Derneği'nin Araştırma Başarı Ödülü'nü aldı. Bu ödülü alma sebebi ise bazı deniz canlılarından elde edilen biyokimyasal bileşiklerin ilaç haline getirilmeleri idi. Evet deniz canlılarından elde edilen bazı ilaçlar var gerçekten.

İlaç olarak deniz ürünlerinin potansiyeli, yine 1950'lerde Werner Bergmann'ın öncü çalışmasıyla tanıtıldı ve günümüzde hala kullanılan iki ilacın ortaya çıkmasına yol açtı. Kanser ilacı Ara-C, akut miyelositik lösemi (kan kanseri) ve Hodgkin dışı lenfoma (lenf kanseri) tedavisinde kullanılır. Antiviral ilaç Ara-A, herpes virüs adlı enfeksiyonların tedavisinde kullanılır. İki ilaç da Florida sahillerinde sığ sulardaki deniz süngerlerinden yapılmıştı. Bunun dışında yıllar içerisinde deniz ürünlerinden yapılmış birçok kanser ilacı ortaya çıktı ve birçok çalışma yapıldı.

Deniz ürünlerinden üretilen kanser ilaçları

Peki sadece kanser ilaçları mı bulunmuştu deniz canlılarından. Şimdi hangi tür ilaçlar üretildiğinden bahsederek şaşırtıcı ölçüde çeşitli ilaç üretimine olanak sağladığından bahsedelim. Enfeksiyon durumlarında kullanılan antibakteriyel ilaçlarda kullanılan eicosapentaenoik asit adlı madde bir deniz canlısından izole edildi. Yine sefalosporin denilen bir antibiyotik grubu deniz mantarından üretildi. Deney hayvanlarıyla yapılan bir çalışmada Akdeniz sünger türlerinden olan Spongia officinalis özünün anti-inflamatuar (inflamasyon- ödem azaltıcı) etkisi olduğu gösterildi. Güney Hindistan yeşil deniz yosununun özleri Ulva Reticulata’nın asetil ve butiril kolinesteraz inhibisyonu (engelleme) -Alzhemier hastalığında tedavi olarak kullanılan önilaç- yaparak nöroprotektif (beyin koruyucu) etkisi bulundu. Diklorometan içinde hazırlanan Tunus süngeri, bir parazit türü tedavisi için (anti-leishmanial) etki göstermişti. Celtodoryx girardae'den elde edilen yüksek moleküler ağırlıklı ekzo-polisakkarit denilen maddelerde anti-herpes simplex virüs-1 (HSV) aktivitesi (herpes simplex halk arasında uçuk diye bilinen hastalığı da yapan virüs etkeni) bulundu. 2004 yılında Amerika’da resmi kullanım izni alan deniz canlılarından üretilen ilk ağrı kesici Ziconotide adlı ilaç deniz salyangozu Conus Magus’tan elde edilmişti.

Deniz salyangozu deyince akla hepimizin en sevdiği karakterlerden biri "SüngerBob Karepantolon" geliyor. Bu çizgi dizi altı kez Annie Ödülü, sekiz kez Golden Reel Ödülü, dört kez Emmy Ödülü, 18 kez Kids' Choice Ödülü ve iki kez BAFTA Çocuk Ödülü dahil olmak üzere çeşitli ödüller kazandı.


Bir de son yıllarda çok popüler olan anne sütünün içeriğinde bol miktarda bulunan poliansatüre yağ asitlerinden dokosaheksenoik asit ve araşidonik asit denilen maddeler en çok deniz canlılarında bulunuyor. Son dönemde beslenme desteği olarak en çok kullanılan desteklerdendir.

İnsan sağlığı ile ilgili yapılan çalışmalarda da (immünoloji, nörobiyoloji, hücre biyolojisi/kanser, fizyoloji dallarında) farklı deniz canlıları kullanılmaktadır.

Deniz canlılarını bir kenara bırakırsak yine ilaçlardan en klasik olan antibiyotiklerden penisilinin Penicillium chrysogenum mantarından izole edildiğinden bahsetmek gerekir. (Mantarlarla ilgili daha ayrıntılı bir yazı paylaşacağım için burada kısa tutuyorum.)

Şimdi biraz daha korkutucu hayvanlara gelelim. Birçok insanın içini ürperten yılanlara. İskandinav mitolojisinde Jörmungand adında dev bir yılan vardır. Thor tarafından öldürülmüş ve zehri ile Thor’u da öldürmüştür. Tabii ki yılanlardan konu açılınca Jennifer Lopez’in de oynadığı “Anaconda” filmi akla gelir.

Yine Harry Potter filminde Slytherin’lerin simgesi yılandır. Görüldüğü gibi yılanlar çoğunlukla kötülüğü simgelemektedir. Yılanların da insanlığa nasıl bir faydası olur ki diye düşünenleriniz olabilir. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün 2021 yılı verisine göre her yıl ortalama 5,4 milyon yılan ısırması görülüyor ve 1,8-2,7 milyon kişide bu nedenle zehirlenme meydana geliyor. Bunlardan 81.410-137.880 arasında ölüm ve üç katı kadar da uzuv kayıpları ortaya çıkıyor. Bütün bunlara rağmen yılan zehrinden elde edilen bir ilaç grubu var ki verdikleri bu zararın hiç önemi kalmıyor. Dünyada en sık kullanılan antihipertansif (tansiyon düşürücü) ilaçlardan biri kaptopril Bothrops jararaca adlı yılan türünden elde ediliyor. Sadece bu ilaçla da kalmıyor yine kalp ilaçları ve kan sulandırıcı özellikte başka ilaçların üretiminde de yeri var yılanların.

Yılanlardan elde edilen ilaçlar

Doğadaki canlıların faydalarına bakarken sadece ilaçlara odaklanmamak gerekiyor aslında. Canlıların birbirini nasıl etkilediğini tam anlamıyla bilmek çok zor aslında çünkü doğadaki her şey birbiriyle bağlantılı. Bu duruma en iyi örneklerden biri gri kurtlarla ilgili. Yellowstone Ulusal Park’ında yeniden çoğalan gri kurtlar fazla artmış olan geyik popülasyonunu kontrol altına aldılar. Geyik popülasyonu yüzünden aşırı tüketilen söğütler, kavaklar ve diğer ağaçlar yeniden büyümeye başladılar. Bu çevreyi serinleten ağaçların kazanılması yerli alabalıklara fayda sağladı ve aynı zamanda kuşların yuvalama habitatını arttırdı. Söğüt dalları aynı zamanda kunduzlar için yemek ve su samurları, ördekler gibi hayvanlara yaşam alanı sağlamıştı. Nesilleri tükenme tehlikesinde olan boz ayıların kendi geyiklerini avlamaya çalışmaktansa kurtların avladıklarını yemeleri onlara bile fayda sağlamıştı. Yerli alabalıkların insanlar için besin kaynağı olduğunu ve önemli olduğunu da belirtelim.

Karınca Adam
Sokaklarda yürürken ayaklarımızın altında gezinen ve toprağın altında onlarca yuva yapan karıncaların farkına varıyor muyuz? Hiç sanmıyorum ama aslında onlar bu dünyanın insanlar için hala yaşanabilir kalmasında önemli bir role sahipler. Toprakta bitkiler için zararlı olan canlıları azaltarak tohum dağılımını arttırarak ve toprak özelliklerini iyileştirerek ağaçların ve bitkilerin büyümelerine yardım eder. Bu durum dünyanın yaşanabilirliğini etkileyen önemli faktörlerdendir. Sadece filmlerde izlediğimiz gibi bir “karınca adam” kahramanı olmasına gerek yok. Onların bu çalışkan varlıkları dünya için kahramanlık aslında.

Doğa ve canlılar dizisinin bu bölümü de burada bitiyor. Okuyan, yorumlayan ve katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NOBEL ÖDÜLLERİ DİZİSİ-1

Emil Adolf von Behring Emil Adolf von Behring, 1901 yılında özellikle difteriye karşı geliştirdiği serum tedavisi nedeniyle Tıp dalında Nobel ödülü kazandı. Çalışmaları o dönemde gerçekten insanlığa ne katmıştı? Günümüzde ne kadar geçerliliği devam etmekte? Günümüzde çok büyük bir sorun olmadığı düşünülen difteri o tarihlerde en korkulan enfeksiyöz hastalıktı. İlk olarak 5. yüzyılda Hipokrat tarafından tanımlanmış, 6. Yüzyılda Aetius tarafından salgın hastalık olduğu anlaşılmıştır. İlk kez Theodor Albrecht Edwin Klebs tarafından etken bakteri (Corynebacterium diphtheria) gösterilmiştir. 1817 yılında Pierre Bretonneau tarafından “Difteri” adı verilmiştir. Yunan kökenli bir kelime olup deri ve post anlamları vardır. Bu adın verilme sebebi ise boğazda oluşturduğu beyaz bir tabakadır.  Bu hastalığın tanımlanması ve saptanmasında birçok kişinin rolü olmasına rağmen neden Nobel ödülünü Emil von Behring almıştı? Bunun sebebi hastalığın oldukça ölümcül seyretmesiydi. Ölümcül etkileri b...

NOBEL ÖDÜLLERİ DİZİSİ-2

  27 Kasım 1895 yılında Alfred Bernhard Nobel üçüncü ve son vasiyetini Paris’te İsveç-Norveç Klubü’nde imzaladı. Ölümünden sonra vasiyeti okunduğunda birçok tartışmaya yol açtı, çünkü Alfred Nobel bir ödül sisteminin kurulması için servetinin büyük bir bölümünü bırakmıştı. Ancak bu isteğinin yerine getirilmesi 1901 yılını buldu ve ilk Nobel ödülleri verildi. Bir önceki bölümde von Behring ve difteri antitoksininden bahsetmiştik. Bu bölümde öncelikle, Nobel ödüllerinin başladığı tarihe kadar yaşamamış ancak kesinlikle bu ödülü Tıp alanında hakeden birinden bahsetmek istiyorum. Günümüzde sinema sektörünün girmediği bir alan yok. Hastanelerde geçen ve sağlık çalışanlarını konu alan birçok film ve dizi yapıldı son yıllarda. Bu eserlerde üniformalarıyla gezen sağlık çalışanlarında olmazsa olmaz bir aksesuar göze çarpar. Bu aksesuarın (aslında aksesuar olmayıp, tıp tarihinin en önemli cihazıdır kendisi) steteskop olduğunu herkes anlamıştır. İşte bu cihazı keşfeden kişi René Théophile Hy...

DOĞA VE CANLILAR DİZİSİ-1

  Ağaçsakal “Gelecek hakkında endişelenmeyi sevmiyorum. Kimsenin tarafında değilim çünkü hiç kimse benim tarafımda değil. Ormanları benim onlarla ilgilendiğim gibi kimse umursamıyor, bugünlerde Elfler bile.” diyen Ağaçsakal onlarca ağacın kesilerek yakılmış olduğunu gördüğünde bütün Entleri savaşa götürmeye karar verir. Yüzüklerin Efendisi kitabında ve filminde o unutulmaz sözü ve unutulmaz sahne ortaya çıkar. “Gelin dostlarım. Entler savaşa gidiyor. Muhtemelen kendi sonumuza gidiyoruz. Entlerin son yürüyüşü.” Ağaçsakal kendi sonları olduğunu düşünse de ormanın katledilişine dayanamaz. Yüzüklerin Efendisi’nde geçen Fangorn Ormanı’nın. Keşke bu hikaye gerçek olsaydı (Ağaçsakalın ayrıntılı hikayesini merak edenler buradan izleyebilirler). İnsanlık için hoş olmayacak bile olsa doğa kendi kendini savunmak için ayaklansaydı keşke. Doğa ve canlıların, insanlar için ne kadar önemli olduğunu belki de o zaman anlardık. Doğa ve canlılar dizisine bu nedenle başlıyorum.  Bu bölümde...